BİR MASAL VE ARDINDAKİ TARİH
Fareli Köyün Kavalcısı 725 Yaşında
Almanya’nın Aşağı Saksonya bölgesinin başkenti Hameln ya da İngilizce yazılışıyla Hamelin/Hamlin şehri doğal güzelliklerinin yanı sıra dünyaca ünlü bir söylence/masala da ev sahipliği yapmaktadır. Türkçe’ye “Fareli Köyün Kavalcısı” olarak çevrilmiş bu ünlü söylence/masal günümüz anlatımlarında mutlu sonla bitse de gerçekte Hameln şehrini yüzyıllar boyunca derin bir travmayla yaşamak zorunda bırakan karanlık bir sona sahiptir.
Söylence 1284 tarihinde Hameln şehrine gelen rengarenk elbiseli ve kaval çalan bir adamın bir sebeple 130 çocuğu şehirden götürmesiyle ilgilidir. Konuyla ilgili en eski yazılı belge şehir kroniklerinde yer alan1384 tarihli Latince kayıttır: “Çocuklarımız ayrılalı on yıl oldu.” şeklinde geçen bu kaydın anlamı üzerine çok değişik tezler üretilmiş ancak kesin bir sonuca ulaşılması bugüne kadar mümkün olmamıştır. Öte yandan kaydın tarihinden on yıl geriye gidilmesi halinde elde edilen 1374 tarihi ile söylencenin genel kabul gören 1284 tarihi arasındaki uyumsuzluk da başka bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. Bu olayın yaşandığına dair en eski kanıt ise 1300’lü yılların başında yapılmış olduğu, şehrin 14 ila 17. yüzyıllar arasında tutulan kayıtlarından anlaşılan bir vitraydır. Şehrin kilisesinde bulunduğu bilinen bu vitray yine kayıtlardan öğrendiğimize göre 1660 yılında parçalanmıştır. Tarihçi Hans Dobbertin tarafından kayıtlardaki açıklamalar esas alınarak yeniden yapılmış olan vitrayda kavalcı renkli, çocuklar ise beyaz kıyafetler içerisinde betimlenmektedir. Bu vitrayın, şehrin tarihindeki trajik bir olayın anısını canlı tutmak amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Söylencenin en önemli ögelerinden fareler ise vitrayda yer almamaktadır çünkü onların hikayeye dahil oluşu ancak 1559’da olacaktır.
Konuyla ilgili ilk kaynaklar
Willy Krogmann “Der Rattenfänger von Hameln: Eine Untersuchung über das werden der sage” 1934, künyeli eserinde belirttiğine göre 14. yüzyılda Hameln’de yaşamış Lude isimli bir din adamının elinde içinde kilise şarkıları bulunan bir kitap vardı. Büyükannesi tarafından kitabın içine olayın tanığı olduğuna dair bir dize yazılmıştı. Bu kitabın 17. yüzyıldan bu yana izine rastlanmamış olması sebebiyle bu tanıklığın izini sürmek mümkün olmamıştır.
Elimizdeki ilk Almanca yazılı kayıt ise 1440-1450 arasına tarihlenen Lueneburg Yazması’dır. Burada, olay kısa bir şiirle anlatılmaktadır
“1284 yılında Aziz John ve Aziz Paul günü
26 Haziranda
Hameln’de doğmuş 130 çocuk alındı
Rengarenk elbiseler içinde bir kavalcı tarafından ve
Kayboldular tepenin yakınında bir yerlerde.”
Günümüzde Lueneburg Yazması temel alınarak konuyu açıklamaya yönelik pek çok tez ortaya atılmıştır. Araştırmacı-yazar David Wallechinsky’ye göre, 1212 yılında gerçekleşen ve başlarında Nicholas isimli bir Alman gencinin bulunduğu 20.000 kişilik Çocuk Haçlı Seferi için Hameln’den de 130 çocuk alınmış olabilir. Rengarenk kıyafetli ve kaval çalan kişinin ise bir asker toplama görevlisi olabileceği düşünülmektedir. Nitekim ortaçağda kasaba kasaba dolaşıp asker toplayan görevlilerin kaval benzeri bir enstrüman çaldıkları bilinmektedir.
Bir diğer iddia ise Amerikalı tarihçi William Manchester tarafından “A World Lit Only by Fire” isimli kitapta dile getirilir. Manchester’e göre söylencedeki kavalcı aslında psikopat bir sapıktır. 20 Haziran 1484’de Hameln’den 130 çocuğu renkli kıyafeti ve kavalıyla kandırarak kaçırmış ve “ağza alınmayacak şeyler” yaptıktan sonra bir kısmını öldürmüş, bir kısmını ağaçlara asmış, öldürmediklerini ise kendilerini bilmez şekilde ormanın içinde bırakıp gitmiştir. Ancak Manchester’in bu iddiasını destekleyecek hiçbir yazılı kanıt yoktur.
Kimilerine göre ise çocuklar “doğal bir sebeple” ölmüş olabilirler. Kavalcı ise gerçek bir kişi değil Ölüm’ün kişileştirilmiş halidir. Ortaçağda Ölüm’ün sıklıkla aksak ya da alacalı veya benekli bir kıyafet giymiş kişi olarak betimlenmesi bu iddia sahiplerinin en büyük dayanağı olarak gözükmektedir.
Jobus Fincelius 1556 tarihli “De Miraculis Sui Temporis” (Zamanının Harikaları Üzerine) isimli eserinde Kavalcı’yı Şeytan’la özdeşleştirir. Aynı şekilde Robert Burton da 1621 tarihli “The Anatomy of Melancholy” (Melankoli’nin Anatomisi) isimli eserinde Şeytan’ın 20 Haziran 1484’de Kavalcı kılığına girerek Saksonya şehri Hameln’den 130 çocuğu alıp götürdüğünü ve onlardan bir daha haber alınamadığını yazarak olayı doğaüstü güçlerle ilişkilendirir. William Ramesey ise 1668’de “Worms” (Kurtlar) isimli eserinde tarihi 22 Temmuz 1376 olarak verirken, olayı da “Tanrı’nın Şeytan’a verdiği muhteşem bir ödül” olarak nitelendirir. Alman efsanelerinin bazı versiyonlarında da Kavalcı aslında Germanik Tanrı Odin (Wodan) olarak betimlenmektedir. Bir kısım kilise mensubu tarafından doğru kabul edilen bu iddiaya göre pagan inancın simgesi Odin, hristiyan çocukları kandırmış karşılığında ceza olarak öldürülmüştür. Simgesel olarak pagan inancının ve Tanrılarının Hristiyanlık karşısında yenilgiye uğramaları bu anlatımın temel özelliğidir.
Farelerin Söylenceye Katılışı
Kont Froben Cristoph Zimmern kesin olmamakla beraber 1559-1565 yılları arasında yayınladığı Zimmern Kronikleri’nde söylenceye yer vermişti. Ancak o güne kadar diğer anlatımlarda görülmeyen bir şey yapmış ve hikayeye fareler ile onların sebep olduğu bir salgın hastalığı da eklemiştir. Zimmern ne yazık ki kesin bir tarih vermemiş, olaydan “birkaç yüz yıl önce” diye bahsetmiştir.
En eski İngilizce kayıt ise Richard Rowland Verstegan (1548-1636) tarafından 1605’de yazılan “Restitution of Decayed Intelligence” (Hasar Görmüş Zekanın Yeniden Yapılandırılması) isimli eserde karşımıza çıkar. Verstegan da söylenceye fareleri eklemiştir ve tarihi 1376 olarak belirtir.
Ortaçağ tarihçisi Stanley Aronsen’e göre Avrupa’da 1300’lerin ortalarına kadar fareler yiyecek için tarla ve kilerlere dadanan, ahşap eşyaları kemiren ve kimi zamanda uyuyan çocuklara saldıran rahatsızlık verici bir hayvandan başka bir şey değildi. O dönemde ölü fare başına para ödeyen şehir ve kasabaların olduğu da bilinen bir gerçektir. Hatta dönemin şapkalarında fare kuyruğu biçiminde bir aksesuar da moda olmuştu. Ancak asıl problem 1347’de Asya’dan gelen ticaret gemilerinin Sicilya’ya getirdiği kara farelerin Avrupa’ya yayılmasıyla baş gösterdi. Bu fareler Orta Asya’ya mahsus salgın hastalıklar getirmişlerdi ve bu salgınlar sonradan Kara Ölüm ya da Veba olarak adlandırılacaktı.
Büyük bir ihtimalle söylenceye farelerin eklenmesi, Avrupa’da yıkıcı etkileri görülen veba salgınının yarattığı korkudan olsa gerektir. Kesin bir kanıt olmamakla beraber Hameln şehrinin de bu salgından etkilendiği düşünülmüş ve bu iki acı olay birleştirilerek tek bir söylence haline getirilmiş olabilir. Gezgin fare avcılarının benzer hikayelerine Avusturya, Fransa, Polonya, Danimarka, İrlanda ve İngiltere’de de rastlanır.
Johann Wolfgang Goethe 1813’de söylenceyi Almanca olarak şiirleştirmiş hemen ardından bu şiir Hugo Wolf tarafından bestelenmiştir. 1816’da ise Grimm Kardeşler Alman söylencelerini topladıkları ünlü eserleri Deutsche Sagen’de bu söylenceye “Die Kinder zu Hameln” adıyla yer vermişlerdir. 1842 yılında ise İngiliz şair Robert Browning söylencenin belki de Anglo-Sakson dünyada Almanya’dakinden çok daha fazla sevilmesini sağlayan uzun şiiri “The Pied Piper of Hamelin”i yayınlamıştır. Browning’in şiirinde ise tarih 22 Temmuz 1376 olarak verilmiştir.
Grimm Kardeşler’in aktardığına göre hikaye şöyledir:
“Brunswick bölgesinde şirin bir kasaba olan Hameln (Hamelin) bir gün farelerin istilasına uğrar. Her yer farelerle doludur ve kasaba halkı bu durum karşısında çaresiz kalır. Sonunda rengarenk kıyafeti içinde bir kavalcı çıkagelir ve Hameln’i farelerden kurtarabileceğini söyler. Bu hizmetinin karşılığında da 1000 florin ister. Kasabanın valisi bu ücreti ödemeyi kabul eder. O gecenin sabahında yabancı kavalından çıkan nağmelerle fareleri peşine takarak hepsini kasabanın hemen dışındaki Weser Nehri’ne götürüp orada boğar. Böylece kasaba farelerden temizlenmiş olur. Halk sevinç içindedir. Kasaba meydanında vali ve şehrin ileri gelenleri toplanır. Kavalcı öncelikle kendisine söz verilen paranın ödenmesini ister ancak vali bu paranın çok fazla olduğunu düşünerek çok daha az bir miktar teklif eder. Anlaşamazlar ve Kavalcı kızgınlıkla kasabayı terk eder.
Farelerden kurtulmuş olmanın getirdiği rahatlıkla kasaba halkı o gece her zamankinden daha derin bir uykuya dalar. Tarih 26 Haziran Aziz Paul ve John günüdür. Kavalcı kasabanın sokaklarında dolaşarak kavalını yeniden çalmaya başlar. Ancak bu sefer peşinden sürüklediği çocuklardır. Kasabanın hemen dışındaki tepelerden birine giderler. Tepenin yamacında açılan bir yarıktan içeri girerek gözden kaybolurlar. Sadece iki çocuk o da biri sağır olduğundan duyamadığı diğeri de topal olduğu için diğerlerine yetişemediğinden geride kalıp kurtulurlar. Sabah kasabaya dönen çocuklar her şeyi kasaba sakinlerine anlatır. Bütün çabalara rağmen ne tepede açılan yarık ne de giden çocuklar bulunabilir. Ve bu olay acı bir hatıra olarak kuşaktan kuşağa anlatılır.”
Grimm Kardeşler’in aktardığına göre, “bu olaydan sonra Hameln’de bir sokağa “Bungelosse Gasse” ismi verilir. Yani davul çalmanın yasak olduğu sokak. Kaybolan çocukların anısına bu sokakta uzun yıllar gürültü yapmak, şarkı söylemek ya da dans etmek yasaklanmıştı. Öyle ki sokaktan bir düğün alayı geçiyor olsa bile eğlence ve coşkularına ara verip sessizce yürürlerdi. Hameln’in hemen dışında çocukların kaybolduğu yere ise Poppenberg ismi verilmiştir. Burada haç şeklinde taştan ve karşılıklı olarak iki anıt dikilidir. Çocuklar ve kavalcı açılan yarıktan bir tünele girmişler ve Transilvanya’ya kadar yürümüşlerdir. Şehrin sonradan inşa edilmiş kapısında ise şu Latince ibare yazmaktadır: “Centum ter denos cum magus ab urbe puellos duxerat ante annos CCLXXII condita porta fuit.” (Bu kapı, büyücü 130 çocuğu şehirden götürdükten 272 yıl sonra yapılmıştır.) 1572’de ise vali bu olayı şehir kilisesinin penceresine vitray olarak işletmiştir.”
Browning’in şiirinde ise çok ufak bazı farklar vardı. Örneğin Kavalcı’nın kıyafeti sarı ve kırmızıdır. Şiirin sonunda ise Grimm Kardeşler’de olduğu gibi çocukların açılan yarıktan geçerek Transilvanya’ya gittiklerini ve oraya yerleştiklerini söyler. Elbette Browning’in şiiri görece mutlu sonla bitmektedir çünkü o bu şiiri yakın dostu aktör William Mcready’nin hasta çocuğu Willy’nin hoşça vakit geçirebilmesi için yazmıştır. Ve şiir bugün de kullanılan ve İngilizce’ye yerleşmiş bir öğütle biter. Öyle ya da böyle verdiğimiz sözü tutmalı ve Kavalcı’ya parasını ödemeliyiz!
GÜNÜMÜZDE EN ÇOK KABUL GÖREN GÖRÜŞ
Dilimizde Fareli Köyün Kavalcısı olarak bilinen bu söylencenin açıklanmasına yönelik olarak ortaya atılanlar içinde, Hameln şehri sakinlerinin de hemfikir olduğu, Doğu Avrupa kolonizasyon hareketini temel alan tez ön plana çıkmaktadır. Bu teze göre Hameln şehrinin çocukları kendilerine yeni bir yerleşim yeri kurmak için yurtlarını terk etmişlerdir. Pek çok Avrupa şehrinin, söylencenin geçtiği dönemde kurulduğu düşünülürse, çocukların yeni yerleşimciler olabileceği fikri anlamlı hale gelmektedir. Hameln’in etrafındaki “Querhameln” (değirmen kasabası Hameln) gibi bazı yerleşimlerin isimleri de bu iddiayı destekler gözükmektedir. Kavalcı’nın buradaki rolü ise yerleşimcilere yol gösteren bir lider olabilir.
Hameln şehrinin resmi web sitesine göre akla en yatkın olarak kabul edilen yorum şöyledir: “Hameln çocukları o günlerde Batı Prusya, Pomerania, Töton Bölgesi ve Moravia’ya yerleşebilmek için toprak sahipleri tarafından kayıt altına alınan göçe istekli Almanlardan sadece bir kaçıydı. Geçmiş dönemlerde de aynen bugün olduğu gibi bir şehrin sakinlerine o şehrin çocukları denmesinin adetten olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, Hameln çocuklarının da bildiğimiz anlamda çocuk değil en azından bir yerleşim birimi kuracak güçte ve yaşta gençler ya da insanlar oldukları anlaşılır. Çocukların Hameln’den ayrılışı daha sonra Avrupa’nın ortak belası haline gelen fare istilası ile birleştirilip tek bir söylenceye dönüşmüş olmalıdır.”
Bu açıklama üzerine akıllara şu sorunun gelmesi normaldir: O halde neden böylesi bir göçün hiçbir yazılı kaydı bulunmamaktadır? Bu soruya verilen cevap, göçmen toplamak ya da seçmekle görevli kişinin Hameln’de bir çeşit usülsüzlük yaptığı ya da rüşvete bulaşmış olabileceğidir. Ancak Hameln’de bazı eski evlerin duvarlarında bahsettiğimiz göç teorisini destekleyen yazılar bulunmuştur. Bunlara göre 26 Temmuz 1284 tarihinde Olmutz Başpiskoposu Bruno von Schaumburg’un görevlendirmiş olduğu bir yetkili (Kavalcı) Hameln kasabasına gelmiş ve 130 çocuğu beraberinde götürmüştür. Schaumburg o sıralarda Bohemya Kralı II. Ottokar’ın emrinde, bugünkü Çek Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan Moravia’nın bir bölümünü iskan etmekle meşguldü. Öte yandan o tarihlerde Avrupa’nın bu bölgesinde bir evin bütün malları evin büyük oğluna kalır diğer kardeşleri hiçbir hak iddia edemezlerdi. Bu durum da göç teorisinin gerçek olma ihtimaline kuvvet kazandırmaktadır. Sonuçta yaşadığı yerde hiçbir gelecek kuramayacak olan birçok gencin, kendilerine fırsat ve toprak kazandıracak bir göçe istekli olacağı düşünülebilir.
Tarihçi Ursula Santter, dilbilimci Jurgen Udolph’un Doğu Avrupa’da soyadlar üzerine yaptığı araştırmaları baz alarak şu tezi ileri sürmektedir: “Dan’ların 1227 Bornhoved savaşında yenilmeleri üzerine Baltık Deniz’nin güney bölgeleri Almanlar tarafından kolonileştirilmeye elverişli hale gelmişti. Pomerania, Brandenburg, Uckermark ve Prignitz başpiskopos ve dükleri asker toplama görevlileri ve “lokator” diye adlandırılan iskana uygun yer bulmakla görevli kişiler vasıtasıyla yeni bölgelere yerleşmeyi kabul edenlere büyük imkanlar sundular. Aşağı Saksonya ve Westfalya’dan pek çok genç bu çağrıya kayıtsız kalamadı. Buna kanıt olarak Westfalya’da pek çok yerleşim ismi gösterilebilir. Örneğin Westfalya’dan Pomerania’ya kadar düz bir hat üzerinde Hindenburg isminde beş, Spiegelberg isminde ise üç yerleşim birimi vardır. Güney Hameln’deki Beverungen ile Berlin’in kuzeydoğusundaki Beveringen ve günümüz Polonya’sındaki Beweringen yerleşim isimleri arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.” Udolph’un Polonya telefon kayıtları üzerinde yaptığı araştırmada “Hameln çocukları”nın Hameln’deki atalarının soyadlarını muhafaza ederek bu bölgede yaşadıklarını ortaya koymuştur.
Sonuç olarak pek çok iddia yüzyıllardır araştırmacıların kafasını meşgul etmeye devam ediyor. Tüm dünyada bilinen Fareli Köyün Kavalcısı masal/söylencesi henüz tam anlamıyla açığa çıkarılamayan geçmişiyle her geçen gün daha fazla merak uyandırıyor. Tabi günümüz Hameln şehri de her yıl düzenlediği festival ve ağırladığı binlerce turistle bu gizemin sağladığı faydalardan yararlanmaya devam ediyor.
***
ESKİ ÇAĞ’DA FARELERLE İLGİLİ İNANÇLAR
- Fare ve sıçanların davranışları dikkatle takip ediliyor iyi veya kötü olayların alametleri olarak yorumlanıyordu.
- Yahudi inancına göre Nuh Peygamber fare ve domuza Gemisinin çöplerini temizleme görevi vermişti. Ancak fare bu işte biraz ileri gidip başbelası haline gelince Nuh Peygamber aslanın burnundan kediyi oluşturarak meseleyi çözmeye çalışmıştı.
- Mısır hiyerogliflerini açıklamak amacıyla yazılmış ve günümüze ulaşmış tek antik kaynak olan Horapollon metninde fareler yıkıcı güç sembolü olarak gösterilmektedir. Mısırlılar bu olumsuz özelliğine rağmen fareye saygı duyarlardı çünkü o her zaman pek çok dilim içinden en iyisini seçmeyi başarırdı.
- Efsaneye göre Teucri’ler kendilerine yeni bir yurt kurmak üzere Girit’ten ayrılırken bir kahin tarafından “şehrinizi size yerlilerinin saldırdığı bir yerde kurun” sözleriyle uğurlanırlar. Troya’da farelerin saldırısına uğramaları üzerine bunu kahinin sözlerinin doğruluğuna yorar ve şehirlerini orada kurarlar. Akabinde Apollo Smintheus adına (Apollo Farelerin Efendisi) bir tapınak dikerler. Denildiğine göre Troya’da fareler kutsal kabul edilirdi.
- Grek yazar Heraclides Ponticus’a göre, farelerin Chrysa’da (Çanakkale açıklarında bir ada) kutsal kabul edildiklerini yazar. Bu şehir de Apollo tapınağı ileünlüdür. Bugünkü Çanakkale Gülpınar’ın güneybatısında yer aldığına inanılan Hamaxitus şehrinde fareler kamusal alanlarda halk tarafından beslenirlerdi.
- Herodotus Mısır’ın M.Ö. 699 yılında Sennakerib komutasındaki Asurlular tarafından işgal edildiğini anlatır. Bu işgal sırasında Mısır kralı Sethon Tanrılardan yardım istemesi gerektiği konusunda bir rüya görür. Kalesinin surlarına çıkarıp Tanrılara yakarır. Savaşın olacağı günün sabahı çok erken bir saate Asur kampı bir tarla faresi ordusu tarafından saldırıya uğrar. Bütün silahları kullanılamaz hale gelir ve yenilirler. Bunun üzerine Kral Sethon elinde bir fare ile betimlendiği taştan bir heykeli Memphis’teki Hephaistos tapınağına diktirir ve kaidesine şöyle yazdırır: “Her kim bana bakar, Tanrılar onu esirgesin.”
- Cicero, De Divinatio adlı eserinde doğaya aykırı görünen bir takım olaylarda keramet aramanın saçmalığından bahsederken, bu tip şeylerde bir keramet olsa kendisinin endişelenmesi gerektiğini çünkü kütüphanesinde farelerin Platon’un “Devlet” adlı eserini kemirdiklerini yazar.
- Plinius M.Ö. 89’daki Marsian savaşını farelerin Lavinium kentindeki bütün gümüş kalkanları kemirerek önceden haber verdiklerini söyler. Yine Plinius’a göre Clusium’da Romalı general Carbo’nun öleceğini ayakkabı bağlarını kemirerek önceden haber vermişlerdir. Naturalis Historia isimli eserinde ise Grek yazar Theophrastus’tan alıntılıyarak “Gyaros Adası sakinlerinin, farelerin demir olanlar da dahil her şeyi yemeleri yüzünden adayı terk etmek zorunda kaldıklarını” yazar.
ORTAÇAĞ SÖYLENCELERİ
- Çok zalim bir adam olan Polonya Kralı Popiel II, 820’de tahta çıkar. Öyle çok eziyet eder ki halkına sonunda Tanrı ceza olarak kralın üstüne fareler gönderir. Kral ve ailesi bu intikamcıların şerrinden kurtulmak için Prusya sınırındaki Gopla Gölünde bir adaya sığınır. Ancak fareler burada da kralı bulurlar. Kaleyi ele geçirip ailesiyle beraber kralı öldürürler.
- Mayence’in zalim başpiskoposu II. Hatto kıtlık zamanında depoları ürünle dolu olmasına rağmen halkını aç bırakır. Hiçbir yerde yiyecek bulamayan fareler nihayetinde başpiskoposun yiyecek dolu depolarına saldırırlar. Bu arada Hatto’yu da öldürmeye çalışırlar. Başpiskopos Rhine’da günümüzde “Fare Kulesi” olarak bilinen yapıya saklanır. Ancak fareler burada da onu rahat bırakmaz ve kulenin duvarlarında kemirerek açtıkları deliklerden içeri girip zalim Hatto’yu öldürürler.
- İngiltere’nin krallar tarihini anlatan “A Chronicle of the The Kings of England” kitabında anlatıldığına göre Fatih William döneminde kralın lordlarından biri kralın verdiği bir ziyafet esnasında farelerin saldırısına uğrar. Önce denize sonra tekrar karaya kaçmasına rağmen farelerin ısrarlı takibinden kurtulamaz ve en sonunda onlar tarafından öldürülür.
BENZER SÖYLENCELER
Grimm Kardeşler ve Robert Browning’in anlatımlarında görülenler dışında aynı temayı küçük farklarla işleyen benzer söylenceler vardır. Bunlar arasında en ilginç olanlarından biri Kavalcı’nın yerini İbn-i Sina’nın aldığı Suriye kaynaklı söylencedir.
“Evvel zaman içinde Halep’te bir sultan yaşardı. Bir gün İbn-i Sina ile sohbet ederken önlerinden geçen fareyi gösterip “bu fareler de her tarafı sardı, bir şeyler yapmalı” der. Bunun üzerine İbn-i Sina şehri farelerden temizleyebileceğini ancak sultanın da ufak bir yardımda bulunması gerektiğini söyler. Buna göre İbn-i Sina fareleri şehirden çıkarırken sultan şehir kapısının hemen dışında bekleyecek ve ne görürse görsün gülmeyecektir.
Bir sabah vakti İbn-i Sina yanında küçük bir tabutla şehir meydanına gelir. Tılsımlı bazı sözler söyler. Bir tek fare çıkagelir. İbn-i Sina fareyi öldürüp tabuta koyar. Tekrar tılsımlı sözler söyler. Bu sefer dört fare gelir ve tabutu sırtlarlar. İbn-i Sina son bir defa tılsımlı sözler söyler ve binlerce fare meydana toplanır. Başta tabutu taşıyan dört fare olmak üzere şehrin dışına doğru giden bir cenaze korteji oluştururlar. Şehir kapısından çıkmaya başladıklarında sultan bu garip görüntü karşısında önce şaşırır ancak bir müddet sonra durumun komikliğine dayanamayıp gülmeye başlar. Kapının dışına çıkmış bütün fareler ölürken henüz çıkmamış olanlar hızla şehrin içine dağılır ve tekrar gözden kaybolurlar. Sultanın gülmesi tılsımı bozmuş farelerin bir kısmı kurtulmuştur.”
***
Almanya kaynaklı bir başka söylence olan Magdalenagrund’lu Fare Avcısı’nda Viyana yakınlarındaki Korneuburg şehrini fareler basar. Kavalcı bu versiyonda Viyana’dan gelir. Dönem tam 30 yıl savaşları sonrasıdır. Kavalcı kenti farelerden temizler ancak parasını alamadığı için çocukları yakındaki bir tepenin içindeki yarığa sokmak yerine Constantinapolis’e götürür.
***
Benzer temalarla örülmüş bir başka söylence de Çin kaynaklıdır.
“Ha-Hsiang yetenekleri, adaleti ve iyi yürekliliği sayesinde kenti Hangchow’a yönetici olur. Onun kişiliğinden çok etkilenen baş yönetici Ma-Chih’le kan kardeşi olurlar. Bir gün bir ziyafet esnasında Ma- Chih, Ha-Hsiang’dan konuklara sihir yeteneğinden birkaç örnek vermesini ister. Bunun üzerine Ha-Hsiang bir tabağa toprak doldurur ve birkaç saniye içinde toprağa attığı kavun tohumları son derece lezzetli kavunlara dönüşür. Buna benzer birkaç inanılmaz sihir daha göstererek ziyafetteki herkesi şaşırtır. Daha sonra Ha-Hsiang şehrin fareler tarafından istila edildiğini öğrenir. Bunun üzerine yine tılsımlı bazı sözler söyleyerek bir cins davul çalıp uzun bir ıslık öttürür. Bir müddet sonra binlerce fare yanına gelmiştir. İriliğiyle diğerlerinden ayrılan bir farenin yanına gider ve ona “Tanrı’nın adaletinin kendilerine yetmesi gerektiğini ve insanların malları ve ürünlerine dokunmamaları gerektiğini” söyler. Sadece iyi kalpli bir insan olduğu ve her canlının yaşam hakkına saygı duyduğu için onları oracıkta öldürmediğini de ekler ve farelerden şehri terk etmelerini ister. Farelerin kralı bu konuşma karşısında bütün ordusuyla beraber şehri terk eder ve bir daha da kimse Hangchow’da farelere rastgelmez.
PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR
Fareli Köyün Kavalcısı ya da İngilizce adıyla “The Pied Piper of Hamelin” özellikle Robert Browning’in şiirinin yayınlanmasından sonra Anglo-Sakson dünyada son derece sevilen bir şiir-masal olarak yer buldu. Söylencenin İngilizceye ilk girişi ise Richard Rowland Verstegan (1548-1636) tarafından 1605’de yazılan “Restitution of Decayed Intelligence” (Hasar Görmüş Zekanın Yeniden Yapılandırılması) isimli eserle olur. Standart Proverb Collection ( Standart Deyişler Külliyatı) kitabına göre söylencenin kaynaklık ettiği pek çok deyiş İngiliz Dilinde yer almaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır.
“He who pays the piper can call the tune” “He who pays the tune may order the tune(1611), “Those that dance must pay the music”(1638)
Hepsini Türkçe’ye “Parayı veren düdüğü çalar” şeklinde çevirebileceğimiz bu sözler kimi uzmanlara göre daha da eski tarihlerde İngiliz Dili’ne girmiş olabilirler.
“To be a pied piper” fiili ise hem olumlu hem olumsuz kullanımıyla her yaştan insanı bir araya getirip etkileri altına alan kişileri tanımlamak için kullanılmaktadır. Örneğin politikacılar, pop yıldızları, öğretmenler gibi… Özellikle İngilizce’de ki bu kullanımın söylencenin kendisiyle yakın alakalı olduğu düşünülmektedir.
ALP EJDER KANTOĞLU
NTV TARİH DERGİSİ’NDE 2009 YILINDA YAYINLANAN İLK YAZIM
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.